25 Şubat 2012 Cumartesi

Hayata Dair Detaylar (3) : Jerusalem ve Barış(?)

"Modern dünyadaki dini karmaşıklıkların bütün 
sebebi Kudüs'te bir tımarhane bulunmamasıdır."
Havelock Ellis


      Jerusalem. Bildiğiniz üzere Kudüs şehrinin birçok dildeki adı. 3 ilahi din tarafından da kutsal sayılan tek şehrin.

      İsmin kaynağının hangi dile veya dine ait olduğuna dair tartışmalar var. Tıpkı şehrin hangi dine ait olduğuna dair olduğu gibi. Ama - neyse ki – bu tartışmalar insanların birbirini öldüreceği boyutta değil.

      Jerusalem kelimesinin kökeninin hangi dile ait olduğu bilinmiyor, ama anlamı tüm dillerde ortak, tıpkı şehrin anlamının da tüm dinlerde ortak olduğu gibi.

      İbranicede Yeruşalayim olarak geçiyor ve anlamı “Barış, Huzur Şehri”.  Kelimenin etimolojik geçmişini incelersek “Şalom” veya “Salem” (her ikisi de İbranice hemen hemen benzer ve “barış,huzur,selam” anlamlarına geliyor) kelimelerinden geldiğine dair iddialar bulunuyor.

      İncil’de “Hierusalem” olarak geçen şehir, Araplar tarafından ise “al-Quds” (Kudüs, Kutsal yer) veya “Ūrušalīm” olarak biliniyor. Kelimenin kökenine indiğimizde Arapça’da “barış, huzur, selam şehri” anlamına gelen “Yer-i Selam”dan geldiğine dair rivayetler var.

      Yani hangi dilden türediği tartışmalı, ama anlamı her dilde aynı, tarih boyunca en çok savaşa ev sahipliği yapan şehrin: “Barış Şehri”.

      Sanırım insanlık olarak "Barış" kelimesini yeniden tanımlamamız ya da şehrin ismini "Tezatlar Şehri" olarak değiştirmemiz gerekiyor, bu tezatlardan bir süre daha bütünlük yaratamayacağımıza göre.


"Ve Kudüs şehri, gökte yapılıp yere indirilen şehir
Tanrı şehri ve bütün insanlığın şehri..."
Sezai Karakoç

19 Şubat 2012 Pazar

Mor Forma Ağıdı



        Sizi bilmem ama ben Galatasaray’ın mor formasını sevmiştim. Belki de formayı değil de formanın çıktığı seneki Galatasaray’ı, o Galatasarayla ilgili gelecek hayallerimizi ve o sene Galatasaray adının olduğu yerde her zamanki gibi – ama her zamankinden daha parlak- duran umudu sevmiştim. Rijkaard’ı sevmiştim, Neeskens’i  sevmiştim, Keita’nın golden sonraki taklalı sevincini sevmiştim. Ve o sene geleceğe dair kurduğumuz hayalleri sevmiştim en çok da. Evet  hayallerimiz bugünlük değildi, uzun vadeliydi, kendimizi buna şartlamış, kısa vadeli başarısızlıkları kabullenmiştik en başından, ama yine de hayal etmeden duramıyorduk, duramıyordum.  Şampiyon olmasak da sevecektik, şampiyon olmasak da seveceğiz, şampiyon olmadı ve seviyoruz; ama ya şampiyon olsaydık? Ya o sene kupa Sami Yen’e gelseydi? Şimdi saçma geliyor ama bir düşünün: Hayatında son defa bayram yeri gibi süslenmiş şampiyonluk kutlayan ama o sırada bunun farkında olmayan bir stad, deliler gibi eğlenen binlerce taraftar, o sene böyle bir beklentisi olmadığı için herkesten çok sevinerek muhtemelen büyülenmiş gibi tribünleri izleyen Rijkaard ile ekibi, sahanın bir tarafından bir tarafına deli gibi koşturan futbolcular – tabi ki mor forma ile – ve fonda çalan bir şarkı, şüphesiz ki START WEARING PURPLE !

-                    -    “So why don’t you start wearing purple?”

        “Ve mor forma o tarihten itibaren Galatasaray’ın efsane formalarından biri haline gelir.”

      Tabi hikayenin bu bölümü maalesef böyle bitmedi.  Hikayenin sonu mu? O da hepinizin bildiği gibi birkaç ay sonra soğuk bir ekim gecesi  yine Ali Sami Yen çimlerinde yazıldı. Başrolde futbolundan çok sümükleriyle anılan provakatör bir ajan vardı.

      Peki şimdi yeni hikayelerin peşine düşmüş ve her şey çok iyi giderken bu nereden aklıma geldi ve gece gece böyle acayip bir şey yazdırdı bana?

      Hepsi iTunes shuffle tuşu ile Gogol Bordello’nun ortak bir oyunu olsa gerek.