26 Ekim 2010 Salı

Saygılar..


Şu güzel fotoğrafın altına yazacak bir yorum bulamadım. Fotoğraf ve efsaneler zaten kendini anlatıyor. 

11 Ekim 2010 Pazartesi

20. Yüzyıl : Çelişkiler Asrı

        İnsanlığın kaderini değiştiren, tarihin akışına yön veren birçok olayın yaşandığı 20. yüzyıl, acaba tarihçiler tarafından gelecek nesillere nasıl aktarılacak?

        Milliyetçilik adıyla Osmanlı, Yugoslavya gibi çokuluslu yapıların yıkılıp, birçok milletin bağımsızlığını kazandığı bir yüzyıl olarak mı?

        Yoksa milliyetçilik maskesiyle güçlü ulus devletlerin güçsüzleri sömürdüğü, kullandığı hatta katlettiği bir yüzyıl olarak mı?

        2 dünya savaşı, 1 soğuk savaşa şahitlik eden bu yorgun asır, milyonlarca insanın hayatını kaybettiği, resmi-gayrıresmi birçok katliamın yapıldığı bir vahşet asrı olarak mı hatırlanacak, yoksa İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin kabulü gibi insan hakları ve özgürlükler konusunda olumlu adımların atıldığı bir özgürlük asrı olarak mı?

        Büyük ve kitleleri arkasından sürükleyen liderlerin ortaya çıktığı bir dönem, Hitler’in, Mussolini’nin, Stalin’in mi, yoksa Atatürk’ün, Gandhi’nin, Mandela’nın mı yüzyılı olarak yazılacak tarih kitaplarına?

        Bilimde en büyük ilerlemelerin yaşandığı bu teknoloji çağı, tıptaki gelişmelerle mi yoksa bilimsel çalışmalarda denek olarak kullanılan insanların öldürülmeleriyle mi anımsanacak?

        İnsanlığın en büyük ikinci ortak dili futbolun doğduğu yüzyıl, tarih penceresinden bakıldığında spor dallarında art arda kırılan rekorlar yönüyle mi, art arda patlayan doping skandalları yönüyle mi görülecek?

        Tarih terazisi, hayvanların haklarını can siper savunup, bazı insanların haklarını – sırf ten renginden dolayı– görmezden gelen yirminci yüzyıl insanını nasıl tartacak?

        Peki, kadın hakları savunucuları? Onlar 20. yüzyıl deyince kadınlara verilen seçme-seçilme haklarını mı, baskıları, recm cezalarını mı yazacak kendi tarih kitaplarına?

        İnsanoğlu, atalarının doğaya isyan ederek dağları deldiği, nehirlerin yataklarını değiştirdiği, toprağın derinlerinlerinden petrol çıkarıp dünyanın dışına seyahat ettiği bu başkaldırılar çağını, komünizmle kapitalizmi, aruzla heceyi, Galatasarayla Fenerbahçe’yi bir araya getiren bu çelişkiler asrını,1929’ların, 1945’lerin, 1968’lerin bu yılgın tanığını ne diye hatırlayacak?

         
        NOT: Bu yazım bundan 2 sene önce Kadıköy Anadolu Lisesi öğrenci dergisi MARTI'da yayınlanmıştı. Gece gece bilgisayarımda bulup tekrar okuyunca hoşuma gitti ve blogumda paylaşmak istedim. Umarım suç işlemiyorumdur. :)

30 Eylül 2010 Perşembe

Temmuz 2007 : O İlk Birayı İçmeyecektik

    
        "O son tekilayı almayacaktık." Kendimi kaybetmiş haldeydim. Bir yandan soğuktan titriyor, bir yandan da sık sık öne eğilip kusuyordum. Bize ne olmuştu, ne yapmıştık, nasıl olmuştu da bu hale gelmiştik hiçbir şeyi hatırlamıyordum. Sabah ezanıyla köpek havlamalarının birbirine karıştığı bir anda, kimin olduğunu tam ayırt edemediğim bir ses, beynimin bu uyuşmuşluk halinden kurtulmasına yardımcı oldu : "Baba, o son tekilayı almayacaktık." Evet, şimdi yavaş yavaş kafamda bazı şeyler canlanmaya başlamıştı. Bir senedir görüşemeyen 4 yakın arkadaş hem hasret gidermek hem de eğlenmek için toplanmış, konu konuyu açtıkça, kabuk tutan - ya da bizim tuttuğunu sandığımız - yaralar yeniden kanamaya başlamıştı. Alkolün de yaraları tedavi etmeye yetersiz kaldığı bir anda kendimizi sokağa atmıştık; sonra daha fazla alkol, daha fazla gözyaşı, yaraları denizin tuzlu ve soğuk suyuyla iyileştirme çabaları derken, kendimizi bahçedeki bu kırık bankta uzanmış kusuyorken bulmuştuk.

        4 yakın arkadaştık... Yoo, aslında biz 12 kişiydik. 4 kişi içen, 8 kişi şerefine içilen... Bir zamanlar bu masada olup şimdi yanımızda olamayan, yada olmayı hak etmeyen 8 kişi daha; ilk kadehimizde yanımızda olup son kadehte uzak düştüğümüz, her kadehte birini kaybettiğimiz 8 kişi daha. Kimini kıskanç bir sevgiliye, kimini ise yanlış seçimlere kurban verdiğimiz 8 kişi daha...

        Oysa o gece hepimiz ne kadar da emindik asla kopmayacağımıza. 2007'nin o sıcak temmuz gecesi, çoğumuzun ilk defa aileden gizlice içme heyecanını yaşadığı, birbirimize daha da bağlandığımız o gece. İlk heyecanların yaşandığı, ilk aşkların başladığı, belki de ilk nefret tohumlarının atıldığı, bizi birbirimize bağlarken bir yandan da koparmaya başlayan o ilk gece. Bizi hem 12 kişi yapan, hem de 4 kişi bırakan gece. Çocuksu bir masumiyetle evden 45 dk. uzağa yürüdükten sonra, Çuğra sahilinde birer biramızı içerek ergenliğe girdiğimizi birbirimize ispatlayıp, yine ağzımızda sakızla, geç kalmamak için koşa koşa eve döndüğümüz o gece.

        Ve aradan 3 yıl geçtikten sonra, yine bol alkollü, ama daha az masum bir temmuz gecesi tüm bu olanlar bir film şeridi gibi kafamdan geçerken, Burak'ın ya da Gökhan'ın olduğunu düşündüğüm bir ses beni kendime getiriyor : "O son tekilayı almayacaktık." Hiçbirinin duyamayacağı bir şekilde mırıldanıyorum: "Hayır dostum, biz asıl o ilk birayı içmeyecektik, başımıza ne geldiyse ondan sonra geldi."

27 Temmuz 2010 Salı

N'olur Git !

.


Evet, Felipe Massa'ya ilk zamanlarından beri sempati duyarım. Evet, Fernando Alonso'yu hiçbir zaman sevemedim, hatta ona karşı hissettiğim duyguya nefret bile denebilir. Fakat bunun bu yazıyı kaleme almamla en küçük bir ilgisi bile yok.

Ben ki, ilkgençliğimde sıkı bir Schumacher ve Ferrari hayranı olmama rağmen Barichello'ya verilen malum takım emri ve uygulanan muameleden dolayı Schumacher'i desteklemekten soğudum ve Ferrari yönetimini de hiçbir zaman affedemedim.

Ben ki BMW Sauber'de test pilotu olduğu dönemden beri sıkı bir Sebastian Vettel takipçisi olmama, Sebastian Vettel'in şampiyon olacağı günü iple çekmeme rağmen geçtiğimiz haftalarda RedBull'un Mark Webber'e yaptığı muameleyi asla kabul edemedim ve o hafta sonu damalı bayrağa kadar Webber'i destekledim.

Ve bu hafta, kırmızılar Massa'ya verdikleri emirle bir kere daha pilotlarına eşit davranmadıklarını gösterdiler. Fernando Alonso geldiği günden beri zaten soğuk yaklaştığım Scuderia Ferrari F1 takımı artık benim için tamamen bitmiştir. İsteyen arkadaşlara da orijinal Ferrari tişört ve şapkamı uygun bir fiyata bırakabilirim.

Son bir sözüm de Felipe Massa'ya;
Hadi Michael Schumacher gibi bir efsanenin yanında 2. pilot olmak belki kabul edilebilir. Ama sonra Raikkonen, son olarak da Fernando Alonso... Duruma bakılırsa kırmızıların hiçbir zaman seni birinci pilot olarak kabul etmeye niyetleri yok. Bir Massasever olarak rica ediyorum, Ferrari'nin seni daha fazla harcamasına izin verme, 1. pilot olarak mücadele edebileceğin bir takıma git. Ben seni bir daha podyumdan üzgün ayrılırken görmek istemiyorum. Yalvarıyorum git, git ki Ferrari'yi sevmek için tek bir sebebimiz bile kalmasın.

10 Temmuz 2010 Cumartesi

Futbolla arası çok da iyi olmayan bir adamın Dünya Kupası notları

- Her durumda kazanabilen Almanya'nın en pozitif futbolu oynadığı turnuvada elenmesi mi yoksa Total Futbolla hep elenen Hollanda'nın Kontrollü Total Futbolla finale çıkması mı futbolun adaletsizliğini daha iyi gösteriyor ?
- Sanırım 2010'un en önemli olaylarından biri de "Avrupa dışındaki turnuvalarda kupa alamayan Avrupa Takımı"  geyiğini bitirmesi oldu.
- Vuvuzela, Ömer Üründül ve Jabulani konularına hiç girmiyorum zira gerek bloglarda gerek sözlüklerde yeterince işlendi. Futbol enteresan...
- "Xaviesta" kelimesini üreten spor yazarı kadar bunun kaynağı olan tarihin en iyi ikililerinden biri Xavi-İniesta da futbol tarihine adlarını  (tabi ki yanyana) yazdırdılar.
- Futbol dünyasının en cenabet adamlarından birini (evet Türk vatandaşlığına geçti diye askerliğe çağırılan Kingson'dan bahsediyorum.) kadrosunda bulunduran bir takımın şansının yaver gitmesini beklemek nasıl bir gaflettir ?
- O değil de "El Diego"ya yazık oldu.
- Puyol'u seviyorum. Hem Real Madrid tribünlerine karşı Katalan Bayrağını öpen Puyol'u, hem de İspanya'yı finale çıkaran Puyol'u...
- Artık bu kupayı kim kazanırsa kazansın kupanın yıldızı Johann Cruyff olmuştur. Barcelona'dayken temellerini attığı takımın oluşturduğu bir İspanya Milli Takımı ve Cruyff'un Hollandası final oynuyorsa daha ne denir ki
- Dünya Kupası kıtalar yarışında son durum Avrupa: 10 - 9 Güney Amerika
- ve son olarak ...  ben Hollanda'nın Dünya Kupası alma ihtimalini seviyorum...

NOT: Bu post final maçı oynanmadan, fakat kupanın Avrupa'da kalacağı kesinleştikten sonra yazılmıştır. Final maçından sonra gerekirse 1-2 edit ve ekleme yapılabilir.

29 Haziran 2010 Salı

Haftanın Şiiri : GÜN OLUR

En özlenen şehir Erdek için.. 

 
GÜN OLUR
 
Gün olur, alır başımı giderim, 
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda. 
Şu ada senin, bu ada benim, 
Yelkovan kuşlarının peşi sıra. 
 
Dünyalar vardır, düşünemezsiniz;
 Çiçekler gürültüyle açar; 
Gürültüyle çıkar duman topraktan. 

  
Hele martılar, hele martılar, 
Her bir tüylerinde ayrı telaş!...  


Gün olur, başıma kadar mavi; 
Gün olur başıma kadar güneş; 
Gün olur, deli gibi...


ORHAN VELİ KANIK

27 Haziran 2010 Pazar

Hayata Dair Detaylar (1)

Kalamış'taki en büyük caddenin; "Bir Tatlı Huzur Almaya Geldik Kalamış'tan" şarkısının bestekârı Münir Nurettin Selçuk'un adını taşıdığı hiç dikkatinizi çekmiş miydi?

25 Haziran 2010 Cuma

Just Beat It !!


        Tam 1 sene geçmiş... Sabah uyandığımda babam televizyondan sabah haberlerini izliyordu ve daha günaydın demeden "Michael Jackson ölmüş." demişti. "Michael Jackson ölmüş." sadece 3 kelime ve 1 cümle.. "Michael Jackson ölmüş." Bu kadar basit ... Pop Müziğin yönünü değiştiren, dansları, müzikleri ve figürleriyle bir koca neslin içine işleyen, bütün 80'ler ve 90'lar gençliğini öyle ya da böyle derinden etkileyen bir star, bu kadar kolay mı veda etmişti? Daha 2 gün öncesine kadar onu "çocuk tacizcisi" diye itham eden, hastalığını inatla görmezden gelip "ten rengini açtırdı" diye eleştirenler şimdi ekrana çıkmış "O büyük bir kraldı." diye edebiyat yapmaktaydılar. Zaten Michael'ı hayattan ve insanlardan soğutan, sırf çıkarsız ve masum oldukları için hayatını çocuklarla ilgilenmeye adamasına neden olan bu çıkarcılık ve ikiyüzlülük değil miydi? Hayatta yeteri kadar huzurunu kaçırdığınız Kral'ı şimdi ölünce bile rahat bırakmıyorsunuz ve ölümü üzerinden prim sağlamaya çalışıyorsunuz. Biliyor musunuz, Michael'ı öldüren ne o lanet olası "vitiligo" hastalığı, ne o kullandığı ilaçlar.. Michael'ı öldüren sizsiniz , siz ve bu iki yüzlü yalancı tavırlarınız...

Sevgili Kral;

Aslında bu yazıda sadece senden bahsedecektim ama içimdeki bazı kızgınlıklar bunun önüne geçti. Senin hayattayken efendiliğin ve "Kral"lığın sebebiyle asla cevap vermediğin bu insanların hepsinin şimdi nasıl birer MJ misyoneri kesildiğini, kraldan çok kralcı olduklarını görüyorsundur. Eminim onlar ne derse desin biz çocukluğu ve ilkgençliği senin şarkılarını dinleyip seni izleyerek geçen neslin sana olan hayranlığının bitmeyeceğinden, aksine hayranlığımızın ve sana olan özlemimizin giderek arttığının farkındasındır. Şu an oradaki hayranlarına unutulmaz konserler verdiğinden şüphem yok. Bir gün orada buluşup birlikte MoonWalk yapmak dileğiyle... RIP King of Pop !!

20 Haziran 2010 Pazar

Lanet Olsun !

Hiç kimse beni 30 yıldır terörle mücadele etmesine rağmen hala kayda değer bir başarı elde edememiş, vatandaşlarının ve mensuplarının can güvenliğini bile sağlamaktan aciz bir kurumun doğru ve başarılı bir şekilde yönetildiğine inandıramaz. Beyefendiler, sebebi ne olursa olsun, siz kabul etmeseniz de bu ülkede 30 yıldır büyük bir iç savaş var ve benim - askerlik çağına gelen ve birkaç yıl sonra askere gidecek olan benim - bu yıllardır neden çözülüp bitirilemediği belirsiz saçma sapan savaşa girmeye hiç niyetim yok. Sizin şu şovenizm fışkıran "vatan-millet-sakarya" nutuklarınız da bana hiçbir şey ifade etmiyor !

7 Haziran 2010 Pazartesi

5 Haziran 2010 Cumartesi

Ustaya Saygı : Tanju Okan Special Weekend Playlist

1. Kadınım
2. Dostlarım
3. Hasret
4. Öyle Sarhoş Olsam ki
5. Deniz ve Mehtap
6. Koy Koy Koy
7. Hancı (Tanju Okan & Ajda Pekkan)
8. Arkadaşımın Aşkısın
9. Deli Gibi Sevdim
10. Papatya Gibisin
11. Kemancı
12. İspanyol Meyhanesi
13. Bir Falcı Vardı
14. Kim Ayırdı Sevenleri
15. Aşkı Bulacaksın
16. Gözünde Yaşlarla
17. Ayyaş
18. Kadehi Şişeyi Kırarım Bugün
19. Ben Ağlarken Gülümserim
20. Seni Hayatımca Sevdim

Biraz daha erken dünyaya gelip de aynı rakı masasına oturabilmek istediğim tek insan, "Rakı" burcunda doğup hep öyle yaşayan büyük sanatçı, Türkçe müzikteki kesinlikle en kaliteli müzisyen, bu sayede bir kez daha saygıyla anıyorum...

27 Mayıs 2010 Perşembe

Darbenin her türlüsü kötüdür

Bugün canım yazı yazmak değil, küfür etmek istiyor.

27 Mayıs darbesinin üzerinden tam 50 yıl geçmiş. Yaptıkları iyiydi-kötüydü, doğruydu-yanlıştı yıllarca tartışılır; ama tartışılmayacak bir şey varsa seçimle başa gelen bir iktidarın antidemokratik yöntemlerle indirilmesi ve bu ülkede iyi-kötü 10 yıl başbakanlık veya bakanlık yapmış insanların tüm dünyanın gözü önünde idam edilmesidir. Bugün bakıyorum, acaba 50 yıl sonra insanlar bu konuda ne diyorlar diye, belki artık gerçeği farketmişlerdir, demokrasinin önemini anlamışlardır diye , fakat 50 yıl sonra bile hala "ama Menderes de diktatör gibi olmuştu." gibi , adeta asılmasını onaylayan cümleler duymak beni karamsarlığa itiyor. İnsanların hala tartışılanın Menderes'in yaptıkları değil, antidemokratik bir şekilde asılması olduğunu anlamaması- ya da anlamak istememesi beni kızdırıyor. Bunu yapanların en başında ise 12 Eylül'ü kötüleyen, 12 Eylül mağduru (sözde) solcu geçinenlerin gelmesi, bu "iyi darbe-kötü darbe" ayrımcıları beni çileden çıkarıyor. Madem öyle, sizin o yıllardır eleştirdiğiniz, 27 Mayıs'ta mağdur olup kötüleyen, sonra 12 Eylül'ü destekleyen Celal Bayar'dan ne farkınız kalıyor?

Bugün o dönemin gazetelerine bir göz attım internetten. Dikkatimi çeken 26 Mayıs 1960 tarihli Hürriyet Gazetesinden bir 1. sayfa haberi oldu : "İstanbul Metrosu inşaatı başlıyor, metro 200 milyon liraya mal olacak". Sadece bu bile bir darbenin bizi ne kadar geri götürdüğünü göstermiyor mu, bugün, darbeden 50 yıl sonra bizim hala İstanbul Metrosu ile uğraşmamızda bir yanlışlık yok mu?

Okudukça üzülüyorum, bugün, 50 yıl sonra yapılan yorumları gördükçe ayrıca sinirleniyorum.

Peki, her şeyi geçtim, madem Menderes hükümeti Amerikan Emperyalizmine hizmet ettiği için indirildi (ki buna itirazım yok), 27 Mayıs Darbe bildirisindeki "NATO ve CENTO'ya bağlıyız." cümlesinin ne anlama geldiğini bana açıklayabilecek tek bir vatan evladı var mı ? Bu, neye hizmet etmek oluyor ?

Yooo, benim canım bugün yazı yazmak değil, küfür etmek istiyor.

25 Mayıs 2010 Salı

Şimdi Ne Yapıyorlar ? : Euro 96 Türkiye Kadrosu

.

"Önemli olan katılmaktı." diyebileceğimiz ilk ve tek turnuvaydı sanırım Euro 96. Sıfır puan alarak grup ve turnuva sonuncusu olmamıza rağmen katıldığımız ilk Avrupa Şampiyonası olması itibariyle daima hatırlayacağımız bir organizasyon sanırım. Bunun dışında Türk futbolunun son 15 yılına futbolcu veya teknik direktör olarak damga vuran futbolcuları içinde bulundurması, Galatasaray'la UEFA Kupası'na ve milli takımla dünya 3.lüğüne giden yolun temellerinin atılması, ve tabi ki Fatih Terim'in bütün kamuoyu tarafından tanınması itibariyle futbol tarihimizde daima ayrı bir yeri olacaktır - ki o kadrodan çıkan bir çok futbolcu bugün Türk futbolunu yönlendiren isimler olmuşlardır.

Peki ilk defa Avrupa Şampiyonası'na katılıp sıfır puanla dönen o kadrodaki isimler şimdi ne yapıyorlar?


1. Adnan Erkan ( Mersin İdmanyurdu'nda futbolu bıraktıktan sonra bir dönem kaleci antrenörlüğü yaptı. Şimdi memleketi Denizli'de mobilya fabrikası sahibi)

2. Recep Çetin (Nam-ı diğer takoz Recep, 2006 yılına kadar Beşiktaş altyapısında antrenörlük yaptıktan sonra iş hayatına girmiş, sonrası hakkında pek bilgi yok)

3. Alpay Özalan (futbolu FC Köln'de bıraktı, şu an Siirt JetpaSpor'da yönetici)

4. Vedat İnceefe (2. ligde oynarken bu turnuva sayesinde Türkiye'de tanınan ve Galatasaray'a transfer olan Vedat İnceefe, çeşitli gazete ve TV kanallarında yorumculuk yapıyor.)

5. Tugay Kerimoğlu (Geçen sene Blackburn Rovers'ta futbolu bırakıp kısa bir süre bu kulübün altyapısında çalıştıktan sonra Galatasaray Altyapısının başına geçti)

6. Ertuğrul Sağlam ( Bursaspor teknik direktörü, 28 yıl aradan sonra bir Anadolu takımını şampiyon yaparak tarihe geçti, sanırım şu an en iyi durumda olanları)

7. Hami Mandıralı ( Ümit Milli takım teknik direktörlüğü yaparken Fatih Terim'in gidişiyle onun da görevine son verildi, şimdilik boşta)

8. Ogün Temizkanoğlu (U-18 milli takım teknik direktörüyken başarılı bir tablo çizememesi üzerine Fatih Terim sonrası onunla da yollar ayırıldı, şimdi ne yaptığı konusunda bir bilgi bulamadım, sanırım o da boşta)

9. Hakan Şükür (2008 yılında futbolu bıraktıktan sonra yorumculuğa başladı, şu an TRT 1'deki "Stadyum" isimli programda yorumculuk yapıyor.)

10. Oğuz Çetin ( A Milli Takım'da Guus Hiddink'in yardımcısı)

11. Orhan Çıkırıkçı ( Hakkında son bilgi 2007'de Manisaspor'da Giray Bulak'ın yardımcısıymış, şimdi de muhtemelen bir Anadolu takımında antrenörlük yapıyordur.)

12. Faruk Yiğit ( Memleketi Yalova'nın Orhangazi ilçesinde yaşıyor, Orhangazi Gençlerbirliği teknik direktörü)

13. Rahim Zafer ( Sezona Kahramanmaraşspor Teknik direktörü olarak başladı ancak sezon içinde görevine son verildi, şimdilik boşta)

14. Saffet Sancaklı ( TMSF ihalesinden İstanbulspor'u satın aldı ancak bir süre sonra başkasına devretti, şimdi çeşitli kanallarda yorumculuk yapıyor.)

15. Tayfun Korkut ( Almanya'nın Hoffenheim takımında 18 yaş altı takımının antrenörü

16. Sergen Yalçın ( NTV Spor kanalı ve Vatan gazetesinde yorumculuk ve spor yazarlığı yapıyor)

17. Abdullah Ercan ( U-17 Milli Takımı teknik direktörü, gelecek vaat eden antrenörlerden biri olarak gösteriliyor.)

18. Arif Erdem (İstanbul Büyükşehir Belediyespor takımında Teknik direktör Abdullah Avcı'nın yardımcılığını yapıyor.)

19. Tolunay Kafkas (3 senedir Kayserispor teknik direktörüydü, Kayserispor'la 1 Türkiye Kupası kazandı, bu sezon sonu sözleşmesinin bitmesiyle Kayserispor'dan ayrıldı.)

20. Bülent Korkmaz ( Azerbaycan'ın Bakü takımında Teknik direktörken sezon ortasında takımdan ayrıldı, şimdilik boşta, zaman zaman çeşitli TV kanalları ve gazetelerde yorumculuk yapıyor.)

21. Şanver Göymen ( Çeşitli kulüplerde kaleci antrenörlüğü ve teknik direktörlük yaptıktan sonra iş hayatına adım attı, Şimdi memleketi İzmir'de bir emlak- gayrimenkul şirketi sahibi [Libero Gayrimenkul])

22. Rüştü Reçber (Aralarında hala aktif futbol oynayan tek isim, Beşiktaş ve milli takımın kalesini koruyor, en çok milli takım forması giyen futbolcu ünvanına sahip (118 maç) )

ve tabii ki ;

Teknik Direktör;

Fatih Terim ( 2005-2010 arası milli takım teknik direktörlüğü yaptı, milli takımı 2010 Dünya Kupası'na götürememesi üzerine görevinden ayrıldı, şimdilik boşta ve teklifleri değerlendiriyor.)


Yaptığım bu ufak araştırmada en çok faydalandığım kaynaklar olan Wikipedia ve "Kutsal Bilgi Kaynağı" Ekşisözlük'e özel teşekkürler...



17 Mayıs 2010 Pazartesi

Adam gibi Adam...

.
.


Mutluluk gözyaşları hiç bu kadar anlamlı akmamıştır...


Hangisinden bahsetmeli ?

4 yıl önce bugün ligden düşme maçı oynayan Bursaspor'un bugün şampiyonluk maçı oynamasından mı? - Üstelik bunu kendisinin 4 sene önce küme düşmesine sebep olan Beşiktaş'a karşı oynamasından mı?

Geçtiğimiz sene "Şampiyonluk için vizyonu yetersiz" denilerek Beşiktaş'tan kovulan Ertuğrul Sağlam'ın Beşiktaş'ı yenerek şampiyon olmasından mı?

Yoksa yıllar önce Beşiktaş'ta futbolcuyken kendisini geriye çeken Christoph Daum'a , bu akşam Ertuğrul Sağlam'ın teknik direktörlük dersi vermesinden mi?

28 sene önce 3 büyükler hegemonyasını yıkan Trabzonspor'un bu devrimin 2. kez gerçekleşmesindeki katkılarından mı ? (ki Trabzonspor için Anadolu'dan bir şampiyon daha çıkmasının aslında ne kadar kötü bir durum olduğunun farkındasınızdır sanırım)

Türk futbol tarihindeki en iyi kalecilerden biri olan Şenol Güneş'in futbolumuza kazandırdığı "Onur Recep Kıvrak" gerçeğinden mi?

Veya Volkan Demirel'in "en uzun süre gol yememe" rekorunu Şenol Güneş'in elinden almasını yine Şenol Güneş'in takımının engellemesinden mi?

Yahut Şenol Güneş'in 1996'nın intikamını Fenerbahçe'den çok ağır bir şekilde almasından mı?

Fenerbahçe'nin 2. kez son haftaya lider girip şampiyonluğu kaptırmasından mı?

Yoksa Christoph Daum'un 2'si Fenerbahçe'nin başında olmak üzere 3. kez son haftada şampiyonluğu kaptırmasından mı?

Anonsçunun rezaleti sayesinde Fenerbahçe'nin tarihinde ikinci kez şampiyon olmadan şampiyonluk kutlaması yapmasından mı ?



Ne olursa olsun bu olay herşeyden önce "Anadolu takımlarını şampiyon yapmazlar" geyiğini yok etmesi yönünden bile bir devrimdir. Eğer çalışırlarsa şampiyon olabileceklerini gören Anadolu takımları için artık her şey daha farklı olacaktır. Ve emin olun bugüne kadar memleketlerinin takımına üç büyüklerin yanında çerez muamelesi yapan taraftarların bile takımlarına bakışlarını değiştirecektir.

5 Şampiyonlu, 3 Türkiye şampiyonu teknik direktörlü, 1 ŞL şampiyonu teknik direktörlü, 321 milyon dolarlık ligimizin bundan sonra adı gibi daha "süper" olması ümidiyle...

NOT : Son günlerde basında çıkan "Rijkaard gidiyor, Terim geliyor" haberleriyle ilgili olarak şu an tek söyleyebileceğim şey Rijkaard kendi isteği dışında gider, üstüne yerine Fatih Terim getirilirse, herşeye rağmen üzerimde gururla taşıdığım Galatasaray formamı dolabımın derinliklerine kaldıracağımdır.

.

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Tarihi Ayarlar - 1


Maç için Barcelona kafilesi ile birlikte Türkiye'ye gelen Barcelona sportif direktörü ve yaşayan efsane Johann Cruyff'a basın toplantısında Türk basın mensupları sorar:
- Türk oyuncular arasında Avrupa'da oynayabilecek bir oyuncu gördünüz mü ?

Ve Sarı fare bütün Avrupa özentilerine beklenmeyen bir ayar verir :

- Türkiye'nin Avrupa olduğunu zannediyordum.

Çok yaşa Cruyff !!

2 Mayıs 2010 Pazar

Mutluluğun Fotoğrafı : BORDOOOOOO !!!!


Tarihe not düşülsün: 2 Mayıs 2010 Pazar günü Bandırmaspor şampiyonluğunu ilan ederken Kurupilav İstanbul'da, üzerinde Bandırmaspor forması "Şimdi Bandırma'da olmak vardı beyaaa!!" diye hayıflanmaktaydı. Herşey için Teşekkürler Şampiyon !!

1 Mayıs 2010 Cumartesi

Haftanın Şiiri : Otuzüç Kurşun

İnandığı değerler uğruna öldürülen herkes için...

OTUZÜÇ KURŞUN


1.

Bu dağ Mengene dağıdır
Tanyeri atanda Van'da
Bu dağ Nemrut yavrusudur
Tanyeri atanda Nemruda karşı
Bir yanın çığ tutar, Kafkas ufkudur
Bir yanın seccade Acem mülküdür
Doruklarda buzulların salkımı
Firari güvercinler su başlarında
Ve karaca sürüsü,
Keklik takımı...

Yiğitlik inkar gelinmez
Tek'e - tek doğüşte yenilmediler
Bin yıllardan bu yana, bura uşağı
Gel haberi nerden verek
Turna sürüsü değil bu
Gökte yıldız burcu değil
Otuzüç kurşunlu yürek
Otuzüç kan pınarı
Akmaz,
Göl olmuş bu dağda...

2.

Yokuşun dibinden bir tavşan kalktı
Sırtı alacakır
Karnı sütbeyaz
Garip, ikicanlı, bir dağ tavşanı
Yüreği ağzında öyle zavallı
Tövbeye getirir insanı
Tenhaydı, tenhaydı vakitler
Kusursuz, çırılçıplak bir şafaktı

Baktı otuzüçten biri
Karnında açlığın ağır boşluğu
Saç, sakal bir karış
Yakasında bit,
Baktı kolları vurulu,
Cehennem yürekli bir yiğit,
Bir garip tavşana,
Bir gerilere.

Düştü nazlı filintası aklına,
Yastığı altında küsmüş,
Düştü, Harran ovasından getirdiği tay
Perçemi mavi boncuklu,
Alnında akıtma
Üç topuğu ak,
Eşkini hovarda, kıvrak,
Doru, seglavi kısrağı.
Nasıl uçmuşlardı Hozat önünde!

Şimdi, böyle çaresiz ve bağlı,
Böyle arkasında bir soğuk namlu
Bulunmayaydı,
Sığınabilirdi yüceltilere...
Bu dağlar, kardeş dağlar, kadrini bilir,
Evvel Allah bu eller utandırmaz adamı,
Yanan cıgaranın külünü,
Güneşlerde çatal kıvılcımlanan
Engereğin dilini,
İlk atımda uçuran
Usta elleri...

Bu gözler, bir kere bile faka basmadı
Çığ bekleyen boğazların kıyametini
Karlı, yumuşacık hıyanetini
Uçurumların,
Önceden bilen gözleri...
Çaresiz
Vurulacaktı,
Buyruk kesindi,
Gayrı gözlerini kör sürüngenler
Yüreğini leş kuşları yesindi...

3.

Vurulmuşum
Dağların kuytuluk bir boğazında
Vakitlerden bir sabah namazında
Yatarım
Kanlı, upuzun...

Vurulmuşum
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız

Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...


4.

Ölüm buyruğunu uyguladılar,
Mavi dağ dumanını
ve uyur-uyanık seher yelini
Kanlara buladılar.
Sonra oracıkta tüfek çattılar
Koynumuzu usul-usul yoklayıp
Aradılar.
Didik-didik ettiler
Kirmanşah dokuması al kuşağımı
Tespihimi, tabakamı alıp gittiler
Hepsi de armağandı Acemelinden...

Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız
Karşıyaka köyleri, obalarıyla
Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu,
Komşuyuz yaka yakaya
Birbirine karışır tavuklarımız
Bilmezlikten değil,
Fıkaralıktan
Pasaporta ısınmamış içimiz
Budur katlimize sebep suçumuz,
Gayrı eşkiyaya çıkar adımız
Kaçakçıya
Soyguncuya
Hayına...

Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...

5.

Vurun ulan,
Vurun,
Ben kolay ölmem.
Ocakta küllenmiş közüm,
Karnımda sözüm var
Haldan bilene.
Babam gözlerini verdi Urfa önünde
Üç de kardaşını
Üç nazlı selvi,
Ömrüne doymamış üç dağ parçası.
Burçlardan, tepelerden, minarelerden
Kirve, hısım, dağların çocukları
Fransız Kuşatmasına karşı koyanda

Bıyıkları yeni terlemiş daha
Benim küçük dayım Nazif
Yakışıklı,
Hafif,
İyi süvari
Vurun kardaş demiş
Namus günüdür
Ve şaha kaldırmış atını.

Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...

AHMED ARİF


NOT: LYS hazırlık sürecinden dolayı uzun zamandır güzel, uzun bir yazı kaleme alamayıp, sadece şiirlerle ve kısa yazılarla geçiştirdiğim için özür diliyorum; ama sanırım bu durum yaza kadar böyle devam edecek. Anlayışınız için teşekkür ederken aynı zamanda tüm emekçi sınıfın 1 Mayıs Bayramını kutluyorum. 1 Mayıs 1977'de, öncesinde ve sonrasında öldürülenleri de bu hafta bu şiirle anmak istedim.

24 Nisan 2010 Cumartesi

Haftanın Şiiri : YARIN

Siyasete tevazu ve zarafet katan şair için...

YARIN

birşeyler olacak yarın
duruşundan belli
kırdaki atların
bulutların koşuşundan belli
kazışından köstebeklerin toprağı


karıncaların telâşından belli
birşeyler olacak yarın
belki bir tomurcuk
belki bir ağacın düşen yaprağı
belki de bir çocuk



pek o kadar göremesek de uzağı
kuşların uçuşundan belli
birşeyler olacak yarın
öbürgünden önemsiz
yarından önemli



BÜLENT ECEVİT

23 Nisan 2010 Cuma

Hakimiyet Bila kayd-ü Şart Milletindir.

Kavga etmek ve el kaldırıp indirmek dışında hiçbir şey yapmayanlara inat, hala her sorunun çözümünün kaynağı olan kurumun 90. kuruluş yıldönümü hatırasına...



Fotoğraf: TBMM Genel Kurulu ikinci binası, bugün "Cumhuriyet Müzesi"dir.



“Burada bulunan saygıdeğer efendiler,
İstanbul’un geçici kaydıyla yabancı kuvvetler işgal olunduğu ve bütün temelleriyle halifelik makamının ve hükümet merkezinin bağımsızlığının yok edildiği hepinizce bilinmektedir. Bu duruma baş eğmek, milletimizin teklif edilen yabancı esaretini kabul etmesi demekti. Ancak ezelden beri hür ve bağımsız yaşamış olan milletimiz esarete altına alınmayı büyük bir şiddet ve kesinlikle reddetmiş ve hemen vekillerini toplayarak yüce meclisini meydana getirmiştir. Bu yüce meclisin en yaşlı üyesi sıfatıyla ve Allah’ın yardımıyla milletimizin içte ve dışta tam bağımsız olarak kaderini (geleceğini) bizzat üstlendiğini ve idare etmeye başladığını bütün dünyaya ilan ederek Büyük Millet Meclisi’ni açıyorum.”

Sinop Milletvekili Şerif Bey , 23 Nisan 1920

19 Nisan 2010 Pazartesi

Allah'ın Sopası


"Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan'ın idam kararına imza atan askeri hâkim Ali Elverdi, yediği yemek nefes borusuna kaçınca solunum yetersizliğinden vefat etti.

...
Elverdi, 12 Mart muhtırasının ardından ilan edilen sıkıyönetim sürecinde Ankara 1 Nolu Sıkıyönetim Mahkemesi Başkanlığı'na getirildi. Elverdi buradaki yargılamalar sırasında verdiği kararlar nedeniyle çok tartışıldı. Ancak Elverdi'nin en çok tartışılan kararı Deniz Gezmiş ve arkadaşları hakkında verdiği idam kararı oldu. Elverdi, 'anayasal düzeni ortadan kaldırmak' suçlamasıyla yargılanan Gezmiş ve arkadaşlarını 6 Mayıs 1972'de idama mahkûm etti. Elverdi, Gezmiş ve arkadaşlarının idamını da izledi. İdamın ardından Elverdi'nin, “İdam sehpasında bile komünizm propagandası yaptılar” sözleri uzun süre hafızalardan silinmedi.Elverdi, Tuğgeneral rütbesiyle emekli olduktan sonra, aynı davanın savcısı Baki Tuğ ile birlikte siyasete atıldı. Elverdi, 1977 yılında Adalet Partisi'nden Bursa milletvekili seçildi. Elverdi, 1980 yılında yazdığı 'Bu vatana Kastedenler' isimli kitabında, dönemin gençlik hareketlerini ağır bir dille eleştirerek, Gezmiş ve arkadaşlarının idam edilmelerinin zorunluluğunu savunmuştu. Elverdi, verdiği röportajda ise, 1961'de idam edilen Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu için “şehit” ifadesini kullanırken, Gezmiş ve arkadaşlarının idamı için, “İdamları ibret-i müessese olmuştur. Onlar asıldıktan sonra hadiseler durmuştur” demişti.Elverdi, idamları önlemek için mücadele eden Mahir Çayan'ın arkadaşlarından Ertuğrul Kürkçü, için de, “İdam edilmesi gerekirdi” ifadelerini kullanmıştı."

RADİKAL , 18 Nisan 2010


Bu konuda yazılabilecek çok şey var ama sanırım durumu en iyi şu iki kelime özetliyor: "İlahi Adalet". Sevgili Azrail'e ufak bir hatırlatma yapmayı borç biliyorum; Hani Marmaris'te resim yapan emekli bir amca var, onu da böyle güzel bir şekilde yanına alırsan bizi çok mesut edersin, Sevgiler.

18 Nisan 2010 Pazar

Aussie

Eğer bir gün cinsel tercihlerimi değiştirecek olursam, sebebi bu iki adamdır.

13 Nisan 2010 Salı

Haftanın Şiiri : Masa da Masaymış Ha

Büyük Usta Edip Cansever'e saygılarla..

MASA DA MASAYMIŞ HA
Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kaseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini çıkrık sesini
Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
İşte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanındaydı gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranın dökülüşünü koydu
Uykusunu koydu uyanıklığını koydu
Tokluğunu açlığını koydu.

Masa da masaymış ha

Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu.

EDİP CANSEVER



Konuyla alakasız masa fotoğrafı: Lozan Barış Antlaşması'nın imzalandığı masa.
Şu an 1. TBMM Müzesi'nde sergilenmektedir

6 Nisan 2010 Salı

YGS'ye gittim, dönücem


Sınav nedeniyle bir süre kapalıyız. Sınava girecek herkese de bol şans diliyorum.
Kurupilav

5 Nisan 2010 Pazartesi

Her gün 1 yeni apaçi

Madem son dönemde Facebook'ta "Her gün 1 yeni apaçi" grubu çok popüler oldu, ben de modaya uyayım dedim ve bugün blogda tanıdığım en apaçi insanı sizinle tanıştırmak istedim.

Evet aşağıda fotoğrafını gördüğünüz apaçi Almancı bir ailenin çocuğu olarak, Almanya'da dünyaya gelmiş. Çocukluğu her apaçi gibi sokaklarda futbol oynayarak geçerken bir gün muhtemelen bir antrenör, bundaki futbol yeteneğini keşfetmiş (evet bir ara hatırlatın birlikte "yetenek" kelimesinin tanımını yapalım.) Ve sonrasında kendini profesyonel takımlarda futbol oynarken bulmuş. Tabi kendisi doğuştan apaçi olduğu için hiçbir zaman profesyonel olamamış.



Nasıl ki Almanya'da tutunamayan her gurbetçi şarkıcı Türkiye'ye gelip albüm yapıyorsa, bu apaçi de Almanya futbolu onun apaçiliğini kaldıramadığından olsa gerek Türkiye'nin yolunu tutmuş. Biraz yetenek(evet yetenek...yine o kelime...) biraz da şansının yardımıyla Galatasaray'da forma giymeye başlamış. Evet zaman zaman takıma katkısı da olmuş. Ama genellikle takıma 1 katkı yaptıysa 10 zarar vermiş. Bununla birlikte gerek kendi adına açtığı internet sitesinde yazdığı yazılarla(bir de yazıyor bu adam), gerek eklediği resimlerle kendinin aslında ne kadar büyük ve iyi bir futbolcu olduğunu anlatmış daima. Fakat bu siteye bakanların tek gördüğü aslında bu kişinin ne kadar apaçi olduğuymuş.


Neyse, yazıyı uzatmadan esas konuya, bu arkadaşı neden günün apaçisi seçtiğimize gelelim. Barış Özbek, bugün oynanan Sivasspor- Galatasaray maçında Galatasaray'ın tek golünü atarak takımına katkı sağladı. Fakat bu katkı kendisine çok gelmiş olmalı ki hem takımına zarar vermek, hem de aynı anda birisinin futbol hayatını bitirip bir taşla iki kuş vurmak amacıyla o an top ayağında olan Sivassporlu Kadir'e resmen kasıtlı olarak tekmeyle daldı ve Kadir'in kaval kemiğini yardı. Sonrasında kendisi kırmızı kartla oyundan atıldı ama atılırken bile sahayı karıştırmayı başardı. Gelen haberlere göre Kadir'in bacağına dikiş atılmış ve pek bir şey yokmuş. Barış ise bu pozisyondan dolayı en az 3 maç ceza alır, sonrasında da bir daha Galatasaray forması giyemeyeceği muhakkak. Dolayısıyla rakibinin futbol hayatını bitirmek isterken biten kendi futbol hayatı oldu. Hayatının en büyük şanslarından birini gerizekalılığı ve apaçiliği yüzünden harcadı.

Yazımın sonuna gelirken Barış'a "Umarım sezon sonunda hayatımızdan sonsuza kadar çıkarsın, sen sadece Galatasaray'ı değil, futbol oynamayı bile haketmiyorsun, lütfen geldiğin yere geri dön" diyorum ve günün apaçisine Ulu Önder Atatürk'ün şu sözünü armağan ediyorum : "Ben, sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim."

26 Mart 2010 Cuma

27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü

Evet, yarın 27 mart... Dünya Tiyatrolar Günü.. Tüm tiyatrocular ve tiyatroseverlerin bayramı olan bu günde yine birçok tiyatro oyunlarını tiyatroseverler için ücretsiz olarak sahneliyor. Eğer çok önemli bir işiniz yoksa ve uzun zamandır gitmeyi istediğiniz bir oyun varsa kesinlikle değerlendirilmesi gereken bir akşam 27 Mart akşamı. Ben şimdiden tüm sanat camiasının ve tiyatroseverlerin bu gününü kutluyorum. Aşağıda gördüğünüz yazılardan ilki ULUSLARARASI TİYATRO ENSTİTÜSÜ'nün her yıl geleneksel olarak yayınladığı 27 mart mesajı, bu sene ünlü tiyatrocu Dame Judi Dench kaleme almış. Onun altında okuyacağınız yazı ise bu sene Ayşe Emel Mesci tarafından kaleme alınan "Dünya Tiyatrolar Günü Ulusal Bildirisi" ... Hepinize İyi okumalar ve bol tiyatrolu günler :)



ULUSLARASI TİYATRO ENSTİTÜSÜ 27 MART DÜNYA TİYATROLAR GÜNÜ MESAJI

Dünya Tiyatro Günü tiyatroyu sayısız tiyatral biçimle kutlamak için bir fırsattır. Tiyatro bir eğlence ve ilham kaynağıdır. Dünyanın dört bir yanında var olan değişik kültürleri ve insanları birleştirebilecek gücü vardır. Fakat tiyatro bundan çok daha fazlasıdır, aynı zamanda eğitme ve bilgilendirme olanağı sağlar.
Dünyanın her yer yerinde tiyatro yapılır ve bu her zaman geleneksel bir tiyatro sahnesinde olmaz. Gösteriler Afrika’daki küçük bir köyde, Ermenistan’daki bir dağın yakınlarında, Pasifik’teki küçücük bir adada yapılabilir. Bütün gereken boş bir alan ve seyircidir. Tiyatro bizi güldürebilecek ve ağlatabilecek güce sahiptir; fakat aynı zamanda bizi düşündürmeli ve düşüncelerimizi dile getirmemize olanak sağlamalıdır.
Tiyatro bir ekip çalışmasıyla var olur. Oyuncular göz önündeki insanlardır, fakat tiyatroda görünmeyen şaşılacak sayıda insan vardır. Onlar da oyuncular kadar önemlidir, farklı ve uzmanlık gerektiren yetenekleri sahnelemenin gerçekleştirilmesine olanak tanır. Gerçekleşmesi beklenen tüm utku ve başarıları onlar da paylaşmalıdır.
27 Mart çoktan beri resmi Dünya Tiyatro Günü’dür. Seyircilerimiz olmaksızın biz de var olamayız. Onları eğlendirme, eğitme ve aydınlatma geleneğini sürdürme sorumluluğumuzdan ötürü her gün çeşitli biçimlerde bir tiyatro günü olarak görülmelidir.




Bildiriyi kaleme alan: Dame Judi Dench


Çeviren: Bilgesu Ataman


Dame Judi Dench kısa özgeçmiş: Dame Judi Dench (9 Aralık 1934) Oscar, Altın Küre ve Tony Ödülü sahibi, üç kez BAFTA altı kez Laurence Olivier Ödülü kazanmış İngiliz aktris. Profesyonel olarak oyunculuğa 1957 yılında Old Vic Tiyatrosu’nda başladı. İlerleyen yıllarda William Shakespeare’in oyunlarında, Hamlet’te Ophelia, Romeo ve Juliet’te Juliet ve Macbeth’te Lady Macbeth rollerinde yer aldı.


DÜNYA TİYATROLAR GÜNÜ ULUSAL BİLDİRİSİ

Önce kaos vardı. Kozmos kaostan doğdu. İlk patlama, ilk yıldız, ilk galaksi, evrene dağılan yıldız tozları, elementler, hayat…

Uçsuz bucaksız uzayın boşluğunda orta boy bir yıldız, ateşten bir küre… Biraz uzağında masmavi bir top. Ama bir yüzü hep karanlıkta. O karanlığın içinde bir yerlerde, sönük, titrek bir ışık. Bir mağarada yakılmış bir ateş. Dans eden alevlerin çevresinde toplanmış bir insan topluluğu. Duvara düşen ve bir uzayıp bir kısalan gölgelerin arasında ertesi günkü geyik avını canlandıran, hem geyiği hem onu kovalayanları oynayan tecrübeli bir avcı.

Yeraltını yeryüzüne bağlayan mağara, gökkubbede yıldızlar, ortada bir ateş ve hem avcı hem oyuncu insan. İlk ritüel, ilk müzik, ilk dans, ilk resim, ilk mitos…

Evrende karanlık olağan, ışık istisnadır. Tiyatro karanlığa düşürülen bir ışıktır insan eliyle.

Evrende değişmeyen tek şey değişimin kendisi ve birbirlerini karşılıklı var eden kaos ile kozmos, karanlık ile ışık arasındaki sonu gelmez köşe kapmacadır.

Kökleri ritüellerle mitosların buluştuğu alana uzanan tiyatro değişimin hem tanığı hem belleğidir. Çağa ve insana tanıklık, vazgeçilmez bir toplumsal işlev ve ihtiyaç olduğu gibi, insanlık serüvenini tüm renkliliği, çeşitliliği içinde kucaklayan, sahiplenen yüzüdür tiyatronun. Bellek çabasının bir yanında, kimliği oluşturan, “bizi biz yapan” kökleri unutmama kaygısı vardır. Diğer yanda ise, ummanda bir su damlası misali, birey olarak var olan insanın her şeyi tüketen zamana karşı direnişi… Hatırlamak, dünyaya ve kendi yaşamına anlam yükleme, anlam katma sürecinin en önemli köşetaşıdır.

Her gelen günün bir öncekini, her yeni haberin eskisini kovaladığı, anlam aramanın değil anlamdan kaçmanın öne çıktığı günümüz dünyasında tiyatronun en vazgeçilmez işlevlerinden biri anlamlandırmaktır. “Ne içindeyim zamanın / ne de büsbütün dışında / yekpare geniş bir ânın / parçalanmaz akışında” diyebilmektir.

Bin yıllar boyunca sayısız uygarlığa ve kültüre, onların oluşturduğu sentezlere ev sahipliği yapan Anadolu, güneşin doğduğu yer, ortak insanlık mirasının en önemli sahnelerinden biridir. Hayat-ölüm-yeniden doğum döngüsünde şekillenmiş mitosların ve ritüellerin vatanıdır Anadolu. Destanlar ve efsaneler diyarıdır. “Dörtnala gelip Uzak Asya’dan Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket” öyle bir kültür ve sanat potasıdır ki, her karış toprağında insana ve âleme dair söylenmiş bir söz, yazılmış bir dize, bir replik, mermere dökülmüş bir gözyaşı, minyatürlere, ikonalara sığdırılmış bir ışık zerreciği gizlidir mutlaka.

Anadolu’da yaşayıp dünyayı sadece kendinden ibaret sanmak, bu topraklardaki zenginliği, çeşitliliği, yaşanmış sentezleri görmemek… Veya tam aksine, kültürlerarası bir potaya dökülmenin tek yolunun kendi köklerini, kimliğini, birikimlerini umursamamaktan geçtiğini düşünmek… Bu yaklaşımlar aynı anlam yitimi, aynı belleksizleşme sürecinin iki yüzüdür aslında.

Oysa, tiyatro hatırlayarak tanıklık etmektir.

Bilimin ve iletişimin vardığı noktadan, değişimin içinden evrene, dünyaya, insana bakarken, onunla gülüp onunla ağlarken, kozmosun katlarını ritüeliyle birbirine bağlayan şaman gibi kendi köklerini güne ve geleceğe taşıyabilmektir.

Tiyatronun söyleyecek sözü vardır halden bilene, bu söz onun bin yıllardır süregelen gücüdür. Sözünden, anlamından, anlamlandırma işlevinden vazgeçmek ölümdür tiyatro için. Dünyayı kaplayan görüntü selleri içinde kendini ve köklerini hatırlayarak var olmak, piyasa kurallarına değil kendi altın zincirinin halkalarına sadık kalmak, değişimin içinde yer alırken kendine ve her şeye dışarıdan bakabilme yeteneğini korumak, o yekpare geniş ânın parçalanmaz akışını duyumsamak…

Uçsuz bucaksız uzayın sonsuzluğu içinde narin, minik, mavi bir nokta. Bir yüzü karanlıkta. O karanlığın içinde bir yerlerde ışıklar yanıyor birden. Ve perde…


Ayşe Emel Mesci

25 Mart 2010 Perşembe

Günün Fotoğrafı


Son yıllarda yapılmış en doğru ve başarılı tespit... Kesinlikle...

23 Mart 2010 Salı

Canaydın (1943 - 2010)




Evet, 6 yıllık başkanlığı döneminde bize çok saç baş yoldurttu, devraldığı sırada Avrupa Şampiyonluğuna koşan, 50 milyon dolar civarında borcu olan bir kulübü, ligde 6. olacak kadar geriletti, borcu 200 milyon dolara kadar çıkardı. Evet, başarısızdı, bu işlerden anlamadığı kesindi; açıkçası başkanlığı döneminde ben de kendisine çok söylenmiştim, ama yine de hepimiz - onu sevmesek bile - efendiliğine, fair play ruhuna saygı duyduk. Herkesin ortak fikri en azından uğruna kanser olduğu ama sonunda başardığı Seyrantepe Stadı'nda bir maç izlemeyi haketmişti, ama ona da o kanser denen meret izin vermedi. Sanırım Galatasaray Kulübü de vefat ilanında stattaki bir resmini kullanarak stat konusundaki emeklerini anlatmak istemişti.

Huzur içinde yat Özhan Başkan. Hepimiz "Galatasaray için ölürüz" diyorduk ama bunu tek yapabilen sen oldun.

20 Mart 2010 Cumartesi

Aritmetik iyi kuşlar Pekiyi : Haftasonundan Kalanlar...

Arada bir sınavı, YGS'yi LYS'yi filan boşverip, dershanede sabahçı olmanın nimetlerinden faydalanıp öğleden sonra gezmek, kafayı dağıtmak, stres atmak... gerçekten özlemişim.... Bugün dershaneden çıkınca önce Taksim'e gittim ve ne zamandır gezmek istediğim "Only A Game ?" adlı, UEFA ve TFF tarafından ortak düzenlenen sergiyi dolaştım."UEFA kurulduktan birkaç sene sonra UEFA'yı kuran aynı ülkelerin Avrupa Birliği'nin temellerini atması tesadüf mü? Avrupa medeniyeti gelişmesini ve bütünleşmesini futbola borçlu" temasıyla hazırlanan sergide Son Kupa Galipleri Kupası, Avrupa Futbol Şampiyonası Kupası, efsane futbolcular ve formaları, efsane maçlar, efsane taraftarlar ve marşları (ve tabii ki favorim You'll Never Walk Alone)... bulunuyor. Her futbolseverin mutlaka gezmesi gereken serginin giriş ücreti ise sadece 2.5 TL...

Oradan çıktıktan sonra İstiklal Caddesi'nin kalabalığında kendimi kaybederek dükkan dükkan dolaştım, Film Festivali kitapçığı aldım ve YGS'ye girmeme fikri bir kere daha nüksetti, bu fikrin panzehiri ise Koska'dan alınan bir bardak sıcak helva oldu. Tabii ki öncesinde yenen Kızılkayalar'dan 3 ıslak hamburgeri de unutmamak gerek... Kırmızı etin ve tatlının insanın stresini aldığını söylerlerdi de bu kadar olduğunu bilmezdim :)

Günün sürprizini yapan ise Yapı Kredi Yayınları oldu. Sadece son çıkan kitaplara bakmak için girdiğim yayınevinde "Ayın Yazarı : Cemal Süreya - Tüm kitapları % 25 indirimli" afişini görünce dayanamadım ve elimde olmayan 2 Cemal Süreya kitabını daha aldım. Elimde olmayan Cemal Süreya kitapları olarak ise "Şapkam Dolu Çiçekle" , "Günübirlik" ve çocuklar için yazdığı "Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi" kitapları kaldı(Hani doğumgünüm de yaklaşıyor diye dedim :)). "Bilsem yanıma biraz daha para alırdım" diye pişman olmadım değil. Yine de şu an elimde yaz için okunmaya hazır 2 Cemal Süreya kitabı olması bile muhteşem bir şey...

Sonrasında ise Karaköy'den güzel bir vapur yolculuğu, bütün stresten yorgunluktan arınmış bir şekilde eve geliş ve yol yorgunluğunun atılmasına yardım eden bir bira... Bundan daha güzel bir gün olamazdı. Her ne kadar yarın erken kalkmak zorunda olsam da...

NOT : Bu yazı uykulu ve hafif alkollü bir halde yazıldığından hiçbir anlatım bozukluğu ve cümle yanlışlığının sorumluluğu kabul edilmemektedir. Eğer daha sonra yazarın eli değerse onları düzeltmeyi taahhüt eder.

NOT 2 : Bob Dylan İstanbul Konseri'nin 31 Mayıs 2010'da olacağı kesinleşmiş, sınava yakın gidip eğlenmekte bir sakınca olmadığına göre eğer konsere gitmek isteyen varsa benimle irtibata geçsin zira ben o akşam orada olacağım :)

NOT 3 : Bu not da Blogda ona selam söylememi isteyen Cem Aslan'a gelsin... O da benim gibi Pazar tatili olmayanlardan... Biralar için özellikle teşekkürler :)

19 Mart 2010 Cuma

Haftanın Şiiri : Kan Var Bütün Kelimelerin Altında

Dostum Atamert'e...
Kan Var Bütün Kelimelerin Altında


Posta arabalarından söz et bana
Kan var bütün kelimelerin altında
Ezop'un şu lanetli dilinden söz et
Kan var bütün kelimelerin altında
Umulmadık birgün olabilir bugün
Aslan kardeşçe uzanabilir kayalıklara
Bir çay şöyle yağmurların kokusunda
Kan var bütün kelimelerin altında
İşte durup dururken surda
Bir yelpaze gibi açıldı sesin
Güzün en gürültülü kanadında
Göğün en ince dalında
Kan var bütün kelimelerin altında
Umulmadık bir gün olabilir bugün
Bir çeşme gibi akabilir cumartesi
Çığlığındaki sessiz harfler
Dün gecenin ağırlığıdır damarlarında
Ne güzel konuşur sokak satıcıları
Fötr şapkalarıyla ne kalabalıktırlar
Ve çiçekçi kızların göğüsleri
Daha suçsuzdur kırlangıç yumurtasından
Kan var bütün kelimelerin altında
Yaprağını dökecek ağaç yok burda
Ama ışık sökebilir olanca renklerini
Sürekli işbaşındadır belleğin
Tanık şairler arasında
Oyuncu arkadaşlar arasında

Yolculuk bir kafiye arayabilir
Atının kuyruğundaki düğümde

Ölüm bir kafiye arayabilir
Ak gömleğinde

Yol bir kafiye arar ve bulur
Dönemeçlerin benzerliğinde

Kan var bütün kelimelerin altında
Bir gül al eline sözgelimi
Kan var bütün kelimelerin altında
Beş dakka tut bir aynanın önünde
Kan var bütün kelimelerin altında
Sonra kes o aynadan bir tutam
Beyaz bir tülbent içinde
Koy iç cebine
Bütün bir ömür kokar o ayna
Kan var bütün kelimelerin altında
İşte o kandır senin gülüşün
Sızmıştır hayatın derinlerine
Siyahtır orda kırmızıdır
Daldan dala atlar
Sever çocuklara anlatılan masalları
Ama iş savunmaya gelince
Yalnız alevi savurur
Ve güneşin solmaz çekirdeğini
Yalnız doruklarda

Umulmadık bir gün olabilir bugün
Kan var bütün kelimelerin altında

Cemal Süreya

17 Mart 2010 Çarşamba

1974 Hollanda Rüyası

Blogda futbolla ilgili yazmamaya özen gösteriyorum fakat futbolun da hayatın bir parçası olduğunu düşünürsek ara sıra değinmekte de bir sakınca olmadığını düşünüyorum. 2 ay önce fourfourtwo dergisinde 1974 Dünya Kupası'nın efsane Hollanda Milli Takımı ile ilgili nefis bir yazı kaleme alan Ali Ece (ki kesinlikle en severek takip ettiğim futbol yazarlarından biridir) bugün gördüğüm kadarıyla bu yazısını aynen kendi blogunda da yayınlamış. Bütün yazıyı buraya almam mümkün değil ama ister futbolsever olun ister futbolu takip bile etmeyin aşağıda linkini verdiğim bu yazıyı mutlaka okuyun, okuyun ki neden "futbol hayata benzer" demişler, insan futbol izleyerek hayatla ilgili nasıl çıkarımlar yapabilir, bir futbol maçı insanın hayata bakışını nasıl değiştirebilir ve Johann Cruyff neden bu kadar efsane bir futbolcu görün. Şimdiden iyi okumalar :)

http://aliece.blogspot.com/2010/03/tum-dunyanin-sampiyonu-hollanda-1974.html

15 Mart 2010 Pazartesi

Maarif Kolejleri

Aşağıda isimlerini okuduğunuz eserlerin ortak özelliği 1960-70 li yıllarda Maarif Kolejlerinde ingilizce derslerinde okutulmuş olmaları. Okutulan kitaplara bakarsak bu okullarda nasıl kültürlü ve aydın gençler yetiştirildiğini, Türkiye'nin bu kolejleri Anadolu Lisesine çevirerek neler kaybettiğini anlayabiliriz. Bir de Maarif Koleji geleneğinden gelen 7 Anadolu Lisesi'nden biri olan Kadıköy Anadolu Lisesi'nde hala bu kitaplardan bazılarının okutulduğuna bakarsak Maarif geleneği her ne kadar yok olsa da yine de bu geleneğe en çok sahip çıkmaya çalışan okullardan birinin de (okulum diye demiyorum) Kadıköy Anadolu Lisesi olduğunu görebiliriz. Bu da tarihe ufak bir not olsun.

Oyunlar:

Lady Windermere's Fan - Oscar Wilde
Macbeth Shakespeare - (1960)
Julius Ceaser Shakespeare - (1961)
Arsenic and Old Lace - Joseph Kesselring (1971-1972)
A Woman of No Importance - Oscar Wilde (1971-1972)
Inherit the Wind (Rüzgarın Mirası)- Jerome Lawrence ve Robert E. Lee (1972-1973)
Death of a Salesman (Satıcının Ölümü) - Arthur Miller (1973-1974)
Our Town - Thornton Wilder
The Matchmaker (Çöpçatan) - Thornton Wilder (1971-1972)
The Glass Menagerie (Sırça Kümes)- Tennessee Williams (1973-1974)

Romanlar:

A Tale of Two Cities (İki Şehrin Hikayesi) Charles Dickens (1959-1960)
Grapes of Wrath (Gazap Üzümleri) - John Steinbeck (1962)
The Lives of Twelve Ceasers - 1961
Animal Farm (Hayvan Çiftliği) - George Orwell (1970-1971)
Lord of the Flies (Sineklerin Tanrısı) - William Golding (1972-1973)
Brave New World (Cesur Yeni Dünya) - Aldous Huxley
The Catcher in the Rye (Çavdar Tarlasında Çocuklar) - J. D. Salinger
To Kill a Mockingbird (Bülbülü Öldürmek) - Harper Lee (1973-1974)

9 Mart 2010 Salı

29. Uluslararası İstanbul Film Festivali

Evet, sinemaseverlerin dört gözle beklediği İstanbul Film Festivali'nin programı bugün belli oldu. Festival bu sene 3-18 nisan tarihleri arasında gerçekleşecek - bu da YGS nedeniyle bu sene festivale katılamayacağımı gösteriyor. Festival ve programla ilgili daha sonra daha uzun bir inceleme yazısı yazarım fakat programa göz attığım kadarıyla dikkatimi çeken birkaç şeye değinmek istiyorum: Öncelikle bu sene Emek Sineması'nın - maalesef - kapanmasıyla onun yerini Sinepop Sineması'nın aldığını görüyoruz. Daha önce Sinepop'ta hiç film izlemediğim için bu konuda yorum yapamayacağım ancak Emek Sineması'nın kendine has havasını özleyeceğimiz ve arayacağımız kesin. Filmlere gelecek olursak, programa şöyle bir göz attım ve açıkçası YGS'ye girmemek fikri bile bir an için aklımdan geçmedi desem yalan olur. Filmler genel olarak şu başlıklarda kategorilenmiş:


AÇILIŞ FİLMİ
ULUSLARARASI YARIŞMA
Uluslararası Yarışma Yarışma Dışı
SİNEMADA İNSAN HAKLARI YARIŞMASI
TÜRK SİNEMASI 2009-2010
Ulusal Yarışma Yarışma Dışı Özel Gösterim
Yeni Türk Sineması
Belgeseller
SİNEMA ONUR ÖDÜLLERİ
ÖZEL GÖSTERİM: TÜRK KLASİKLERİ YENİDEN
AKBANK GALALARI
DÜNYA FESTİVALLERİNDEN
YILLARA MEYDAN OKUYANLAR
GENÇ USTALAR
ANTİDEPRESAN
NTV BELGESEL KUŞAĞI
MAYINLI BÖLGE
LG İLE GECEYARISI ÇILGINLIĞI
CANLANDIRMA SİNEMASI: ESTONYA
ÇOCUK MÖNÜSÜ
İYİ BİR BAŞLANGIÇ: 30 YILIN EN İYİ İLK FİLMLERİ
İSTANBUL: İÇERİDEN VE DIŞARIDAN
BÜYÜLEYİCİ İSYANCILAR: ORTADOĞU VE KUZEY AFRİKA'DAN BAĞIMSIZ SİNEMACILAR SEÇKİSİ
ŞAİR, VAKANÜVİS VE İSYANCI: ELIA SULEIMAN
JOSEPH LOSEY: SINIF VE GÜÇ
ANILARINA
KAPANIŞ FİLMİ

Film programına ise şu linkten ulaşılabilir: http://www.iksv.org/film/cizelge2010.asp

Biletler ise 20 mart tarihinde satışa çıkıyor. Hepinize şimdiden iyi seyirler :)

7 Mart 2010 Pazar

Haftanın Şiiri : Eşdeğeriyle Yan

EŞDEĞERİYLE YAN


Eşdeğeriyle yan yana yürürken
Cehennem sokağında birey olmak,
Ve en inceldikten sonra
İlkel sözcüklerle konuşmak seninle.


Saat beş nalburları pencerelerden
Madeni paralar gösteriyorlar,
Yalnızlığı soruyorlar, yalnızlık,
Bir ovanın düz oluşu gibi bir şey.


Hiç bir şeyim yok akıp giden sokaktan başka
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.


Cemal Süreya

5 Mart 2010 Cuma

gençliğim eyvah :)


Biz eğer bugün ruh hali bozuk gençler olmuşsak bunun baş sorumluları şu gördüğünüz kitaplar ve onların yazarlarıdır.

Yaşa Büyük Usta !

Bize ailenin, aile onurunun, sevginin ne olduğunu, ailenin şerefini korumak için neler yapılabileceğini çok küçük yaşta öğreten, yine mahmut hoca rolüyle hem otoriter hem de herkesin saygı duyduğu idealist bir öğretmen nasıl olur gösteren, tiyatro ve sinemamızın en büyük isimlerinden, mahmut hocamız, turşucu kazım ustamız, yaşar ustamız, ikinci babamız Münir Özkul Kültür Bakanı Ertuğrul Günay tarafından hastanede ziyaret edilirken, aylar sonra ilk defa görüntüleri medyada yer aldı. Sen ne olursa olsun aklımızda hep filmlerindeki gibi şefkatli baba görüntünle kalacaksın. Çok yaşa büyük usta !




"bak beyim, sana iki çift lafım var. koskoca adamsın. paran var, pulun var, herseyin var. binlerce kişi calışıyor emrinde. yakışır mı sana ekmekle oynamak! yakışır mı bunca günahsızı, çoluğu çocuğu, karda kışta sokağa atmak, aç bırakmak! ama nasıl yakışmasın! sen değil misin öz kızına bile acımayan, bir damlacık saadeti çok gören. anlamıyor musun beyim, bu çocuklar birbirini seviyor. ama ben boşuna konuşuyorum. sevgiyi tanımayan adama, sevgiyi öğretmeye çalışıyorum. hıh, sen, büyük patron, milyarder, fabrikalar sahibi saim bey! sen mi büyüksün! hayır, ben büyüğüm! ben, yaşar usta! sen benim yanımda bir hiçsin, anlıyor musun, bir hiç! gözümde pul kadar bile değerin yok. ama şunu iyi bil, ne oğluma ne de gelinime hiçbir şey yapamayacaksın. yıkamayacaksın, dağıtamayacaksın, mağlup edemeyeceksin bizi. çünkü biz birbirimize parayla pulla değil, sevgiyle bağlıyız. bizler birbirimizi seviyoruz. biz bir aileyiz. biz güzel bir aileyiz. bunu yıkmaya senin gücün yeter mi sanıyorsun! dokunma artık aileme! dokunma çocuklarıma! dokunma oğluma! dokunma gelinime! eğer onların kılına zarar gelirse, ben, ömründe bir karıncayı bile incitmemiş olan ben, yaşar usta, hiç düşünmeden çeker vururum seni! anlıyor musun, vururum ve dönüp arkama bakmam bile"

(Bizim Aile - 1975)

26 Şubat 2010 Cuma

İhsan Doğramacı


Hayatta bazen öyle büyük bir yanlış yaparsınız ki sonrasında ne kadar doğru işler yaparsanız yapın herkes sizi o yaptığınız büyük yanlışla hatırlar. Sanırım İhsan Doğramacı'nın vefatının ardından herkesin doğal olarak onun YÖK'ün kurulması ve sonrasındaki 10 yıllık başkanlık döneminde yaptıklarını anarken hiçkimsenin Bilkent Üniversitesi'nden bahsetmemesi bunun en büyük örneği - ki ortada böyle büyük bir yanlış varsa diğer tüm doğruları götürmesi de muhakkaktır -.


İhsan Doğramacı 95 yaşında hayata veda etti. İhsan Doğramacı'yı yaratan sürecin başı ise hala yaşıyor. Umarım onun ölümü bu kadar acısız ve rahat olmaz.

Türkiye'nin en zenginleri 2009

Forbes Dergisi her yıl olduğu gibi bu yıl da Türkiye'nin en zengin 100 ismini açıkladı. Şimdilik sadece listeyi buraya alıyorum daha sonra fırsatım olursa ayrıca incelerim fakat ilk anda dikkatimi çekenler Aydın Doğan'ın büyük ekonomik gerilemesi(vergi borcu ödemesinden dolayı), Şarık Tara'nın geçtiğimiz sene yaşadığı büyük ekonomik kayıptan sonra kendini toparlayarak hızla büyümesi(fakat hala 2007deki seviyesinden çok geride) ve BİM'in sahibi Mustafa Latif Topbaş'ın milyarderler kulübüne girmesi oldu.










21 Şubat 2010 Pazar

Haftanın Şiiri : Pülümür'ün Yaşsız Kadını



Pülümürün bir dağ köyünde gördüm onu
Yaşını sordum bir giz gibi güldü
Kimi seksen dedi köylülerden kimi yüz
Yüzüne baktım bir giz gibi güldü

Bir asa vardı elinde
Bir solmuş kırallığın
Kadifeden harmanisi üzerinde
Bir hititliydi o bir selçukluydu
Bir ermeniydi bir kürttü
Bir türk

Yaşını sordum bir giz gibi güldü
Koluma girdi bir soylu kadınca
Tozlu köy yolunda sürüyerek eteğini
Beni tek gözlü sarayına götürdü
Köy yapısı kulübesinin

Zamanı onda yitirdim ben
Yitik zamanlara onda eriştim
En soylu yoksulluğun toprak döşeli sarayında
Bir taç gibi kondu başıma Türkiyeliliğim
Bülent ECEVİT