5 Mayıs 2012 Cumartesi

Yatakhane Hayatı Böyle Bir Şey Değil


Yatılı okulda hayat bu videodaki gibi oluyorsa biz 5 sene nerede okuduk? Nerede Ramço'nun yatakhanenin girişindeki kaloriferin üstüne koyduğu eski radyonun sesi ve koridordaki yankısıyla zar zor uyanmak, nerede Hababam Sınıfı gibi uykunu alıp neşeyle, şarkı söyleyerek uyanmak?

30 Nisan 2012 Pazartesi

Alakalı Çağrışım - 3

"Migros'ta Gördüğünüze İnanın!"


                                                  Reklam Sloganı

"Gördüğüne İnanma Sen!"

                                                  Her Şeyin Şarkısı / bANDİSTA

19 Nisan 2012 Perşembe

22'nin En Güzel Hali




Futbolcuyken; hem sağ bek, hem sol bek, hem sağ açık, hem forvet arkası, hem forvet;

Futbolu bıraktıktan sonra; hem rapçi, hem siyasetçi, hem müteahhit, hem antrenör.


Dünya üzerinde hem Carlo Ancelotti hem Kayahan ile çalışan tek insan.


Aynı zamanda efsane kadrodaki futbolcuların çoğu emekli olunca "Ne yapsam da Galatasaray'a zarar versem?" diye düşünüp uğraşırken, efendiliğini asla bozmayan bir kaç adamdan biri.



Arsenal maçındaki, Milan maçındaki gibi kritik anların soğukkanlı penaltıcısı.

Ondan sonra asla benzerini bulamadığımız, sırf -kötü de olsa- farklı mevkilerde oynayabiliyor diye Kazım Kazım gibi adamlarla uğraşmak zorunda kaldığımız, gerçek bir joker oyuncu.


Futbolu bırakması yıllar olmasına rağmen hala müthiş bir fiziğe sahip antrenörümüz. Arada maçlar tıkanınca "Şimdi kulübeden girse de sağdan sağdan yardırsa ne güzel olur!" diye düşünme sebebi.


Sahalarda izlediğim en güzel 22.


Çok yaşa marjinal adam, son mohikan Ümit Davala!




27 Mart 2012 Salı

27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü


2012 DÜNYA TİYATROLAR GÜNÜ ULUSLARARASI BİLDİRİSİ
        Dünya Tiyatro Günü’nün 50’nci yıldönümünü kutlarken UNESCO’ya bağlı Uluslararası Tiyatro Enstitüsü ITI bir selam mesajı hazırlamamı isteyerek onurlandırdı beni. Tiyatro çalışanı meslektaşlara ve eşe dosta kısaca sesleneceğim.
        Emeğinizin ürünleri sarsıcı ve özgün olsun. Derin, dokunaklı, düşündürücü ve benzersiz olsun. İnsan olmanın anlamı üstüne kafa yormamızı desteklesin; düşüncelerimize yürek gücü, içtenlik, açık sözlülük ve incelik katsın. Dilerim güçlük, sansür, yoksulluk, nihilizm gibi engelleri aşabilesiniz.
        Eminim birçoğunuz mutlaka karşılaşacak hepsiyle. Umarım yeteneğiniz ve sebatınızla bize insan kalbinin çarpışındaki bütün çapraşıklığı öğretebilirsiniz. Umarım alçak gönüllülük ve araştırıcı bir ruhla bunu ömür boyu iş edinirsiniz. Dilerim en iyileriniz temel sorun olan “Nasıl yaşıyoruz?” sorusunu bir çerçeveye oturtmayı başarır.
        Çünkü ancak en iyiler -pek nadiren ve çok kısa süreyle- yapabilir bunu. Tanrı yardımcınız olsun.
John MALKOVICH

2012 DÜNYA TİYATROLAR GÜNÜ ULUSAL BİLDİRİSİ
Tiyatro öldü!..
Son yıllarda insanı usandıracak kadar sık tekrarlanan bir söz bu...
"Miadını doldurdu tiyatro, öldü!.."
Eğer öyle ise, gerçekten de iddia edildiği gibi öldüyse tiyatro, bugün Dünya Tiyatro gününü kutlamak yerine yasını tutalım tiyatronun…
Oyunları seyretmekten vazgeçip alalım kazmaları, kürekleri elimize ve bir mezar kazalım tiyatroya, şöyle görkemli, geçmişine yakışır bir anıt mezar…
Başta bütün zamanların en iyi yazarı W. Shakespeare olmak üzere bütün oyun yazarlarını, oyunları, oyuncuları, rejisörleri, dekor, kostüm, ışık tasarımcılarını, sahne arkası teknisyenlerini  topluca gömelim bu mezara…
Ve hazır elimizdeyken kazmalar, kürekler, tiyatro salonlarını da yıkalım. Yıkamadıklarımızı da çürümeye terk edelim ki oynanmasın içinde seyircinin aklını çelip onları fitneye, fesada teşvik eden oyunlar…
Yerle yeksan olsun daha çok özgürlük, daha çok demokrasi talepleri. Barış ve adalet özlemleri… Merhamet ve vicdan çağrıları, çığlıkları kalsın o enkazın altında ve işitilmesin.
Tiyatro sanatının piri Shakespeare’nin 66. Sonet’inde dediği gibi;
“Çiğnensin inancın en seçkini
Mutluluktan nasibini almasın geniş halk kitleleri

Ayaklar altına alınsın insan onuru
O kız oğlan kız erdem dağlara kaldırılsın
Ezilsin hor görülsün el emeği göz nuru
Ödlekler geçsin başa mertlik bozulsun
Ve korkup dilini bağlasın da sanat
Çılgınlık sahip çıksın düzene
Doğruya doğru diyenin eğriye çıksın adı
Kötüler kadı olsun Yemen’e…”
Mısır’a, Tunus’a, Libya’ya, Suriye’ye.
Yıkılsın yok olsun tiyatroyla birlikte yerel kültürler her ulusun, her etnik grubun kendi değerlerini tiyatronun ortak, evrensel değerleriyle buluşturarak insanlığa sunma ve savunma hakları…
Bir tek, dünyayı bir satranç ustası gibi kendi çıkarlarına göre biçimlendiren egemenlerin tekelindeki o ucuz, sığ ve kof kültür yürütsün hükmünü, televizyonlarda, sinemalarda, kitapçı vitrinlerinde, DVD raflarında.
Popülerin bir narkotik gibi bizi uyuşturup aklımızı başımızdan alan o yapay keyfiyle sermest olup unutalım insanlığın selameti adına unutmamamız gerekenleri.
Unutalım tiyatroyu,
Hayatı…
İnsanı,
Ve insanca olanı unutalım…
Bırakalım kıyametini yaşasın dünya…
Ve kıyametten sonra da dönmeye devam etsin bu mavi gezegen uzayın sonsuz karanlığında..
İçinde, bu kıyamet oyununu anlatacak hiçbir oyuncunun olmadığı hüzünlü bir tiyatro dekoru gibi…
Kenan IŞIK            .


Sahnede veya sahne arkasında olup sahnenin tozunu yutan tüm tiyatro emekçilerinin ve bütün tiyatroseverlerin 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü kutlu olsun.

O Sırada Bir Yerlerde...


... Pop'un ve Rock'ın kralları bir yandan içkilerini yudumlarken bir yandan da kendilerini ayaküstü koyu bir sohbete kaptırmışlardır.

22 Mart 2012 Perşembe

Aramaya İnanmak



"Her konuya değinen bir blog yaratmak" derken kastettiğim tam olarak bu muydu değil miydi şu an emin değilim.

BİR BANDIRMALININ GÜNLÜĞÜ

(Yaklaşık 5 sene önce yazdığım ve şu an olmayan www.bandirmaliyiz.biz sitesinde yayınladığım bir yazım. Arşivimi karıştırırken buldum, blogumda da bulunsun istedim.)

        Bugün cuma, araya giren 5 günlük bir çalışma temposundan sonra tekrar evime dönüyorum. Elimde 18.30'da Yenikapı'dan Bandırma'ya hareket edecek olan feribota bir bilet var. Ama Yenikapı'ya erken geliyorum, bakıyorum hava da güzel, başmemurla yaşadığım ufak çaplı bir gerginlikten sonra kendimi 17.30 gemisine atıyorum. YAŞASINN !! Hedefe yaklaşık 45 dakika daha erken ulaşacağım.. :)

        Gemiye biniyorum ve hareket ediyoruz..Sanki biraz sallıyor mu ne?? Aman canım neyse biraz kitap okuyayım. Şu an İnkılap Kitabevi’nden çıkan DOSTLAR BENİ HATIRLASIN – AŞIK VEYSEL – HAYATI VE TÜM ŞİİRLERİ adlı kitabı okuyorum..Bir şiir , iki şiir , üç şiir derken göz kapaklarım yerçekimiyle yaptığı savaşı kaybediyor ve uykuya dalıyorum.. Yanımda oturan amcanın “Hadi evladım uyan,Bak Bandırma’ya geldik” demesiyle gözlerimi açıyor ve yanında geçmekte olduğumuz limandaki o büyük kırmızı vinçlerden biriyle göz göze geliyorum..Artık ineyim, annemle babam beni bekliyordur, fazla bekletmeyeyim. .Biraz üstümü başımı düzelttikten sonra amcaya iyi akşamlar diyor ve yanından ayrılıyorum.. Tahmin ettiğim gibi, annem de babam da burada ; hemen arabaya biniyor ve Hacıyusuf’a doğru gidiyoruz

-         Nereye ?
-         Anneannene gidiyoruz.
-         N’oldu ki ?
-         E bugün kandil ya !
-         Aa ben onu unutmuştum !!

        Anneanneyle el öpüp kandilleşme faslından sonra sıra karın doyurmaya geliyor..Peki nerede yiyelim ? Herkes birbirine bakarken ilk tepki benden geliyor :

-         Yaa, buralarda meşhur bir İskenderci varmış J  (ve tabii ki oraya gidiliyor.)

        Önce bir tane 1,5 üstüne doyulmayıp bir de yarım yenince garson bile “boşal da semerini ye” bakışı atmaya başlıyor ki nihayet doyuyorum ve kalkıyoruz. Hakikaten özlemişim. Karnım doymuş , ağzım kulaklarımda bir halde İskenderciden çıkıyorum ki acı gerçek yüzüme Bandırma’nın rüzgarı gibi çarpıyor : MEHTAP BÜFE(TOSTÇU MEHMET AMCA) yerinde değil.. Uzun süre kalakalıyorum. .Sonra babamın sesini duyar gibi oluyorum :  “O, Sahil tarafına taşındı” ..

        Biliyorum , hatta bunun olacağını bu sitede de ilk ben yazmıştım ama ne bileyim işte , insan yine de bir garip oluyor.. Yine giderim , sorun değil , o tostlar , o YAKIŞIKLI muhabbeti için yine giderim , Fizan’da olsa yine giderim , ama ne bileyim işte, bir şeyler eksik sanki ,artık Ziraat Bankası’nın önünde buluşacağımız arkadaşı beklerken “bir karışık bir ayran , tostta acı az olsun” deyip üstüne bir de sakız alabileceğimiz bir Tostçu Mehmet Amca yok.. Sahil de buluşmak için çok uzak.. Peki biz şimdi ne yapacağız?


30.03.2007    - BANDIRMA

8 Mart 2012 Perşembe

HER SEVDA

"Yeni aşk kelimeleri, yeni öğrenilen
incelikler öbür sevgiliye saklanıyor."
F. Scott Fitzgerald

Her sevda başlangıçtır bir yenisine
Öteki başkaldırır daha bitmeden biri
Biz isteyelim istemeyelim sürüp gider böylece.

Baksak ki unutmuşuz günün birinde her şeyi
Ne o sevdalar, ne ölümsüz sözler kalmış
Toplasak toplasak hepsini işte
Onca sevda bir sevdayı yaratmış
Döner durur başımızın üstünde
Gözlerden ağızlardan saçlardan
Ellerden omuzlardan yapılmış bir hâle.

Ve çınlar herbiri bir silahın yankısı gibi
Bir yaşam boyu biz tetiği çektikçe.



Gecenin bir saati aşk, diyalektiği ve kendi dünyam üzerine düşünmeler ve nihayetinde Edip  Cansever: "Kırbacı vur ve kaç."   


25 Şubat 2012 Cumartesi

Hayata Dair Detaylar (3) : Jerusalem ve Barış(?)

"Modern dünyadaki dini karmaşıklıkların bütün 
sebebi Kudüs'te bir tımarhane bulunmamasıdır."
Havelock Ellis


      Jerusalem. Bildiğiniz üzere Kudüs şehrinin birçok dildeki adı. 3 ilahi din tarafından da kutsal sayılan tek şehrin.

      İsmin kaynağının hangi dile veya dine ait olduğuna dair tartışmalar var. Tıpkı şehrin hangi dine ait olduğuna dair olduğu gibi. Ama - neyse ki – bu tartışmalar insanların birbirini öldüreceği boyutta değil.

      Jerusalem kelimesinin kökeninin hangi dile ait olduğu bilinmiyor, ama anlamı tüm dillerde ortak, tıpkı şehrin anlamının da tüm dinlerde ortak olduğu gibi.

      İbranicede Yeruşalayim olarak geçiyor ve anlamı “Barış, Huzur Şehri”.  Kelimenin etimolojik geçmişini incelersek “Şalom” veya “Salem” (her ikisi de İbranice hemen hemen benzer ve “barış,huzur,selam” anlamlarına geliyor) kelimelerinden geldiğine dair iddialar bulunuyor.

      İncil’de “Hierusalem” olarak geçen şehir, Araplar tarafından ise “al-Quds” (Kudüs, Kutsal yer) veya “Ūrušalīm” olarak biliniyor. Kelimenin kökenine indiğimizde Arapça’da “barış, huzur, selam şehri” anlamına gelen “Yer-i Selam”dan geldiğine dair rivayetler var.

      Yani hangi dilden türediği tartışmalı, ama anlamı her dilde aynı, tarih boyunca en çok savaşa ev sahipliği yapan şehrin: “Barış Şehri”.

      Sanırım insanlık olarak "Barış" kelimesini yeniden tanımlamamız ya da şehrin ismini "Tezatlar Şehri" olarak değiştirmemiz gerekiyor, bu tezatlardan bir süre daha bütünlük yaratamayacağımıza göre.


"Ve Kudüs şehri, gökte yapılıp yere indirilen şehir
Tanrı şehri ve bütün insanlığın şehri..."
Sezai Karakoç

19 Şubat 2012 Pazar

Mor Forma Ağıdı



        Sizi bilmem ama ben Galatasaray’ın mor formasını sevmiştim. Belki de formayı değil de formanın çıktığı seneki Galatasaray’ı, o Galatasarayla ilgili gelecek hayallerimizi ve o sene Galatasaray adının olduğu yerde her zamanki gibi – ama her zamankinden daha parlak- duran umudu sevmiştim. Rijkaard’ı sevmiştim, Neeskens’i  sevmiştim, Keita’nın golden sonraki taklalı sevincini sevmiştim. Ve o sene geleceğe dair kurduğumuz hayalleri sevmiştim en çok da. Evet  hayallerimiz bugünlük değildi, uzun vadeliydi, kendimizi buna şartlamış, kısa vadeli başarısızlıkları kabullenmiştik en başından, ama yine de hayal etmeden duramıyorduk, duramıyordum.  Şampiyon olmasak da sevecektik, şampiyon olmasak da seveceğiz, şampiyon olmadı ve seviyoruz; ama ya şampiyon olsaydık? Ya o sene kupa Sami Yen’e gelseydi? Şimdi saçma geliyor ama bir düşünün: Hayatında son defa bayram yeri gibi süslenmiş şampiyonluk kutlayan ama o sırada bunun farkında olmayan bir stad, deliler gibi eğlenen binlerce taraftar, o sene böyle bir beklentisi olmadığı için herkesten çok sevinerek muhtemelen büyülenmiş gibi tribünleri izleyen Rijkaard ile ekibi, sahanın bir tarafından bir tarafına deli gibi koşturan futbolcular – tabi ki mor forma ile – ve fonda çalan bir şarkı, şüphesiz ki START WEARING PURPLE !

-                    -    “So why don’t you start wearing purple?”

        “Ve mor forma o tarihten itibaren Galatasaray’ın efsane formalarından biri haline gelir.”

      Tabi hikayenin bu bölümü maalesef böyle bitmedi.  Hikayenin sonu mu? O da hepinizin bildiği gibi birkaç ay sonra soğuk bir ekim gecesi  yine Ali Sami Yen çimlerinde yazıldı. Başrolde futbolundan çok sümükleriyle anılan provakatör bir ajan vardı.

      Peki şimdi yeni hikayelerin peşine düşmüş ve her şey çok iyi giderken bu nereden aklıma geldi ve gece gece böyle acayip bir şey yazdırdı bana?

      Hepsi iTunes shuffle tuşu ile Gogol Bordello’nun ortak bir oyunu olsa gerek.